29 Mart 2012

Tarihsel Realite ve İnançlar

   Geçenlerde (aslında 1 yıla yakın oluyor) Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun bir ifadesini okumuştum. Diyordu ki Davutoğlu: "Yahudilerin teolojik okumalarıyla tarihsel realiteleri arasında öyle büyük bir uçurum var ki, "normal" olamıyorlar." Bir yanda "üstün ırk", "seçilmiş millet", "vadedilen topraklar", diğer yanda tarih boyunca sürülmüş, göçe zorlanmış, ülke bile kuramamış bir millet. İnançlarını gerçek hayatta da uygulamaya koymak isteyen, inandıkları "üstünlüklerini" herkese apaçık bir şekilde göstermek isteyen bir ırkın mücadelesi aslında Yahudilerin mücadelesi. İşte tam da bu noktada Yahudilerin bugünkü durumlarını yani ekonomik ve siyasal anlamda güçlenmek istemelerini ve tüm dünyaya hakim olmak istemelerini, sanırım en iyi şekilde Baudrillard'ın şu sözü anlatıyor: "Nerede bir tıkanma varsa, orada metastaz (yayılma, çoğalma) vardır." Yahudilerin tarihsel gerçeklikle inançları arasındaki "tıkanma" onları "normal"den uzaklaştırmıştır. Bana öyle geliyor ki, her bir birey için kullanabileceğimiz şu ifadeyi, bireylerin oluşturduğu toplum için de kurabiliriz: "İnsanın bütün felaketi, kendi kendine vereceği manayı şaşırmasıdır."
    İnsanların ve toplumların davranışlarını, sözlerini, tüm bir hayata bakışlarını etkileyen en önemli unsur, içinde bulunduğu toplumun koşullarıdır. İnsan hangi koşulların ürünüdür ve insan, kendi koşullarının farkında mıdır?
İçinde bulunduğu koşulların farkında olmayan insanın bir tarz sahibi olması ve şeffaf ve "normal" olması da beklenemez. Tarz, olgunlaşmış bir karakterdir. Karaktersizlik üzerine kurulan bir tarz ise sadece maskeden ibarettir. Son söz Tanpınar'dan gelsin: "İstersek bütün bir ömrümüzü dua haline getirebiliriz. Dua, ruhun Allah ile karşılaşmasıdır. Bunun için de insanın kendi kendisini idrak etmesi yeter."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder