26 Mart 2012

 Dostoyevski ve Vicdan




“Suç Ve Ceza” hâlâ en yetkin polisiye roman niteliğine sahip. Zira en başta katilin kim olduğu bilinir. Genel olarak polisiyeler cinayet vakasından sonra faili, suçluyu bulmak üzere bir araştırmayı güzergâh edinir. Dostoyevski ‘Suç ve Ceza’yı başarısız bir yazarlık dönemin sonunda bir Avrupa seyahati esnasında kaleme alır. Eleştirmenlerin belirttiğine göre bu romanı bir delilik halinde, “delirium tremens” halindeyken inşa eder. Dostoyevski’nin delirium tremens halindeki ya da benzer ruhsallıkları içeren gelgitleri, “Sınır” da olan ve vicdani değerlere sahip, ama tereddüt ve çelişkili tutum ve tutarsızlıklarla malûl Raskolnikov, bir ân için Dostoyevski yazar olarak bu şaheseri yazmayı, büyük romancı olmayı başaramasaydı, sınırı, yazarlık, hikâye kurgulamak yerine Raskolnikov’un iki kadını öldürdüğü gibi benzer bir eyleme başvuracağı düşünebilir. Muhtemelen Dostoyevski’nin eylemi adi bir cinayet değil bir politik eylem olacağı kestirilebilir. Zira Dostoyevski ihtilalci gençlerden oluşan bir gurupla yüzeysel de olsa bir bağlantısı vardır. Belki bu ihtilalci gurubun uğradığı kovuşturma ve soruşturmaya dâhil edilmesi, delirium tremens halinde yanılsama ve hezeyan halinde Dostoyevski’nin zihnini, meşgul ettiği, düşünülebilir. Şöylesi bir yorumda olanaklı görünüyor: Dostoyevski, Raskolnikov’un hikâyesiyle bir ân için yazar olamasaydı, kendiyle ilgiyle olası bir suç biyografisi hâyâl etti ve nevrozunu yazarak sağıtmayı başardı.

Raskolnikov başta olmak üzere patolojik nitelikleriyle tipler romanda sahne alır. Romandaki “kaybedenler” olarak nitelendirilebilecek, Raskolnikov, Sonya, Marmeladov, Katharina İvanov, arasında bir güçsüzler daha doğrusu sefalete düşenler arasında bir dayanışma fark edilmektedir. Sefalete düşenlerin temel sorunu öncelikle yoksulluk değil, ötekileştirilmeye maruz kalan bu insanların gereksinmeleri, paradan ziyade sosyal kabul, bir özne olarak tanınma arayışıdır. Ama romandaki kahramanlar bu tanınma için doğru iletişim yollarını ve olanaklarını kullanamazlar.


Meselâ, sefalete düşen Madam Katharına İvanavno, başkalarına, bir zamanlar valiyle dans etiğini, o gece bir ödül aldığını iddia ederek, kendinin enstitü mezunu olduğunu, babasının soyluluğundan abartılı olarak söz etmesi, gibi saygınlık arayışları da başarısız ve boşunadır. Bu iddialarda bulunduğu anda çevresindeki insanlar acımasızca onun değersizlik ve küçüklüğünü ima ederek alay ettiklerinde, Katharina İvanavno provoke olur ve delilik, ajitasyon halleri sergiler Çılgınca bir kendini üstün gösterme tutkusu, Katherina İvanovna, Marmelodov, Lujin elbette Raskolnikov’un söz ve eylemlerinde görebiliyoruz.

Raskolnikov sıradan insan olmayı aşabileceği, üstün insanlar seçkinliğine dâhil olmak tutkusuyla saçma bir cinayet işler. Bu olgu başlı başına bir üstünlük arayışı şeklinde değerlendirilebilir. Monomon olarak nitelenen Dostoyevski, tamda delirium tremens halini aşikâre edercesine, kendiyle uzak hatta ilgisiz, dolaylı bir olay sonucu, çağrışımların çözülmesiyle kendini bu olay ve gerçeklikle bağlantılı, yanlış algı ve tasavvurlara meyledebilir.

Monomonlar (Hipondria) üstünlük arayışına tutsak, tutkulu kişiliklerdir. Raskolnikov içine kapanık, asık suratlı, kendini beğenmiş, gurur ve onur gösterileriyle üstünlük arayışında, hatta soruşturma makâmlarına karşı durumunun elverişsizliğine rağmen akıl, zekâ üstünlüğünü sergileyerek, detektifle düşünsel bağlamda yarıştığını ve üstünlük kurma arzusunu görmekteyiz…

Raskolnikov’da, Dostoyevski’nin kişiliğindeki bazı özellikleri bulgulamak olası. Dostoyevski’nin mutlu, coşkun, neşeli bir ruh halinden, önemsiz bir etkiyle hemen mutsuz, kötümser ve çöküntü hallerine geçişler olduğu bilinmektedir. Raskolnikov’un annesi “Hayalci, kaprisli, on beş yaşındayken bile güven vermez, tutarsız kararlar aldığı” betimlemesiyle, oğlunun kişiliğini çözümler. Romanda iki aile kümesi vardır. İlk kümede Raskolnikov, annesi ve kız kardeşi, ikinci kümede Sonya, Katerina İvanovna, Marmeladov… Raskolnikov’un ailesi yoksul olmalarına karşın sefalete düşmezler. Zira yoksul olsalar da, sefalete düşmedikleri için ayakta kalmayı başarırlar. Zira diğer kümedeki ailenin büyük kızı Sonya, fahişelik yaparak geçimini sağlar. Fahişelik bir sefalet nedeni ve saygınlık kaybıdır.

Raskolnikov’un meyhanede eski bir memur olan ayyaş Marmeladovla karşılaştığı sahne de Marmeladov’un aşağıdaki cümleleri zaten eserin sefaletle ilgili ana fikrini desteklemektedir. Marmeledov: “Yoksulluk ayıp değildir bayım. İnsan yoksulken insanlara özgü erdem ve hasletlerini koruyabilir. Ama sefalete düşmek ayıptır. Zira sefalete düşen kişi, herkesten önce kendisi kendini aşağılar, Toplum ona karşı bir karşılıkta bulunması gerekmez sanki bir süpürgeyle toplumun dışına süpürür”

Raskolnikov, Dunya ( kız kardeş) Anna ( anne ) den oluşan bu kümedeki kriz, olağan ve doğru iletişimi bozan Raskolnikov’un eylem ve ruhsallığından kaynaklanır… Nitekim ailenin diğer iki üyesi, anne ve kız kardeşi doğru iletişim yollarını kurabildikleri görülecektir. Üstelik Raskolnikov’un arkadaşı Hukuk Talebesi, akıllı ve sevecen Razumuhin önce bir dost olarak sonra da Dunya’nın nişanlısı olarak koruma ve destek görevini başarıyla üstlenir. Oysa Sonya ( Fahişe ) Katerina İvanovnana, akli muvazenesi bozuk ayyaş Marmelodov ( baba ), bu kümedekilerin tümü doğru iletişim olanağına zaten sahip değillerdir.

Başta belirttiğim sefalete düşenler ya da güçsüzler arasındaki dayanışma romanda öncelikle bu iki aile arasında bir dayanışma olarak da gözlemlenir. Birinci ailedeki katil ile ikinci ailedeki fahişenin aşkıyla bir dayanışma bağlantısı saptamak mümkün. Belki de ötekiler ve dışlananlar arasında sadece kendileri arasında, askıya alınan gerçek iletişimin yerini, özel bir iletişim olanağından söz etmek olası. Bu olanak olumsuzluğa göre ehveni şer kabul edilebilir. Nitekim romandaki katil ve fahişe evlenir, Sonya sekiz yıla mahkûm kocası Raskolnikovla takip ederek Sibirya’ya doğru yola çıkar.

Soruşturmayı yürüten Dedektif, Raskolnikov’un suçlu olduğuna baştan beri kanaat getirir. Ama ondaki vicdani değerleri de, sezdiği için, toplumsal açıdan tehlikeli bir kişilik olup olmadığını öğrenme isteği ağır basar. Zira Raskolnikov, kendini suçlu gösteren, kanıtlayan tek delilin de ortadan kalkmasına karşın, İncil’e bağlı bir Hıristiyan olarak sucunu itiraf ederek arınır. Zaten birini tasarlayarak, diğerini kasten, iki kadını baltayla öldürmesine karşın, ömür boyu ya da uzun bir mahkûmiyete değil, çeşitli hafifletici unsurlar, vicdani değerleri, geçmişte bir çocuğu hayatını tehlikeye atarak yangından kurtarması, benzer durum nedeniyle sekiz yıla mahkûm edilir.

Dostoyevski’yi İsa Ve İncil’e imanı, Gregoryen itikada uygun bir “çilecilik” anlayışıyla tanımlamak doğru olur. Ölü Bir Evden Hatıralar Dostoyevski’nin Sibirya’daki kürek mahkûmu olduğu dört yılı anlatmaktadır. Dostoyevski bu sürgünde okuduğu tek kitap İncil’di ve bu çile sayesinde manevi bakımdan olgunlaşır, tekâmül eder. Raskolnikov’un Sibirya’daki sekiz yıllık mahkûmiyetine benzer bir durum. Gregoryen anlayış, Hıristiyanlığın ya da İsa’ya imanın, inancın saf niteliğinden farklı, sanatsal, entelektüel tüm inşaları, açılımları red ve mahkûm eder. Esas olan dindarlığın imanın yalın, gösterişsiz ama fedakârca içselleştirilmesi, hayata zıt bir çileciliği güzergâh edinmeyi mecbur kılar. Sanatsal ve entelektüel açılımlar, benzeri biçimsel yetkinlikler asla meşru görülmez.

Raskolnikov Napolyon benzeri komutan ve devlet başkanlarının yüz binlerce insanın ölümüne sebep oldukları halde, neden katil olarak değil de bir saygınlık abidesi ve kahraman olarak yorumlandıkları hususunda değerlendirmelerde bulunduktan sonra, iyi bir toplumsal amaç için bazı insanların katli gerekir düşüncesinden yola çıkarak, bu sakat görüyle, iki kadını öldürür.
Üstün insana ulaşmak için bu eylemle, sınırı aşmayı hedefler. Ama sonuçta başarısızlığa uğrar. Zira Napolyon ve benzeri lider ve komutanların monomon değil psikopat olmalarıdır. Ayrıca ceza hukukunun adi psikopat kişililikler için vaaz olunduğunu söylemek mümkün. Ünlü Psikiyatri Profesörü rahmetli Ayhan Songar, büyük devlet adamlığını da adi psikopatlık dışında farklı türde bir psikopatlığı zorunlu kıldığını belirtmektedir. Yani Napolyon, Hitler, Stalin psikiyatrik açıdan psikopatlıkla malûldürler. Bu konuda Dostoyevski değil ama Tolstoy’un bir saptaması vardır: “Generaller yalnızca şatafat ve iktidara bürünmüş olduklarından ve bir alçaklar güruhu onlara olmayan sıfatlar vererek iktidara dalkavukluk ettiği için kendilerine dâhi diyorlar. İyi bir kumandan sadece dehâ değil herhangi bir farklı vasıf gerekmez. Tersine onda en yüksek en iyi insani vasıfların; sevginin, şiir duygusunun, şefkatin, felsefi araştırmaya yönelik kuşkunun bulunmaması gerek. O dar görüşlü ve yaptığı işin önemli bir iş olduğundan çok emin olmalıdır. yoksa sabrı yetmez ) ancak o zaman cesur bir kumandan olur. Eğer birini seven, acıyan, doğruyu eğriyi düşünen bir adamsa Tanrı korusun. Onlar için ta eskiden beri dehâ maskesi uydurulmuş olması anlaşılır bir şeydir, çünkü onlarda güç vardır”



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder